YETİŞKİNLERDE AYRILMA KAYGISI

ELİFCAN ÖZTÜRK ( Uzman Psikolog / Psikoterapist )



Yetişkinler Ayrılma Kaygısı Yaşar mı, Yetişkinlerde Ayrılma Kaygısı Nedir?

Ayrılma Kaygısı / ayrılma anksiyetesi genelde çocuklarda karşılaştığımız bir durum gibi görülmekte ve duyulmaktadır. Anne babasından ayrılmakta zorlanan, okula başlamak ve evden ayrılmakta zorlanan çocuklar bize daha tanıdık, daha aşinadır. Akabinde anne çocuk bağlanmasına, anneyle oluşturduğu bağları esnetirken dış dünyayı nasıl algılamaya başladığına bakmak; çocuktaki huzursuzluğun kaynaklarını bulmaya yardımcı olmasının yanında çocuğun kaygılarını azaltabilmek adına hem uzmana hem ebeveyne yol haritası sunmaktadır. 
Aslında ‘çocukluğunuza inelim’ kalıbı toplumda kimi zaman espri olarak kullanılsa da ayrılma kaygısında, kaygının temellerinin nerede atılmaya başlandığı ile ilgili ipuçlarını gözler önüne sermektedir. Yaşantımız bir bütündür, hiçbir parçası diğerinden bağımsız ya da ‘alakasız’ değildir. Kaç yaşında olursak olalım geçmişe bakmaya başlamak, anıları ele almak, bugünü değerlendirirken geçmişte benzer yaşantıların olup olmadığını araştırmak bu yüzden mühimdir.

Ayrılma Kaygısını fark edebilmek için duygusal olarak bağlı olunan kişilerden fiziki olarak uzaklaşmanın yarattığı duygulara bakmak gerekmektedir. Bu duygunun çoğunlukla kaygı ya da korku olduğu düşünülse de her bireyin bunu farklı deneyimlediği bir gerçektir. Duygular kimi zaman birbirine geçebilir ya da duyguyu fark etmek kimileri için çok zor olabilir. Bu nedenle genel olarak; evden ya da bağlanılan kişiden uzaklaşma sonucunda yaşanan huzursuzluk, sevilen kişilerin başına bir şey geleceği ve onları herhangi bir sebepten kaybetme düşüncesi, bunlara bağlı olarak bedensel tepkiler verilmesi, bu düşüncelerle ilgili rüyalar görülmesi durumlarının yaşanıyor olmasına dikkat edilmelidir. 

Geçer bilgiler içinde; huzursuzluk koşulu ‘evden ya da bağlanılan kişiden uzaklaşma’ olarak ifade edilse de bu ikisi aslında aynı şeyi göstermektedir. Hatta fiziki olarak uzakta olmaya da gerek yoktur. Ortak paydaları; var olmamıza tanık olan, kendimizi güvende ve ait hissettiğimiz, bize çatı olan ve bizi koruduğuna inandığımız her kişi ya da yerin ‘artık olmayacağı’ düşüncesidir. Var olmamızı kanıtlayan, varlığımıza ayna tutan kişi ya da yerlere olan ihtiyaç doğumumuzla başlamakta, yer ya da yön değiştirse de ölene kadar devam etmektedir. Bunların artık olmayabileceğine dair düşünceler ise var olmamıza tehdit hale gelmektedir. Bu tehdidin yarattığı güçlü duygular ‘ayrılma kaygısı’ olarak tanımlanan durumun temellerini oluşturmaktadır. Sanki sadece çocuklukta yaşandığı düşüncesi ise sevgilimizin, eşimizin, çocuklarımızın başına bir şey geleceği, bağlandığımız evi döndüğümüzde tekrar orada bulamayacağımız düşüncelerinin yarattığı iç huzursuzluk başladığında son bulmaktadır. Ayrılmaya, kaybetmeye dair kaygılar çok daha derinlere dayanmaktadır.

Bozukluk olarak tanımlanan her durum, kişileri kategorize etmeye ve öznel deneyimleri gözden kaçırmaya neden olsa da kişilerin ne yaşadığını anlamlandırabilmesi, terapiye çıkış noktası oluşturması açısından ön plandadır. Süreç içinde kişinin kendi deneyimine dönmesi ise kendine uygun yollar bulmasını sağlamaktadır. Tanı ve tanı grupları bireyleri tek tipleştirse de terapide onları çıkış noktası almanın hem hastaya hem de terapiste yol gösterici olduğuna inanıyorum. Özellikle de kişinin öznel deneyimini esas alan Varoluşçu Terapi, kalıplardan çıkmaya oldukça yardımcı. Her birey farklı olduğu gibi her ayrılma kaygısı kişi bunu farklı deneyimliyor. Bireysel Terapi sürecinde kişinin kendi deneyiminde kalması ise iyileştirici oluyor. 

American Psikiyatri Birliği. Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması El Kitabı, yeniden gözden geçirilmiş beşinci baskı (DSM-V-TR). (çeviri ed. E Köroğlu) Ankara, Hekimler Yayın Birliği, 2013.

Scroll to Top